
Evvel zaman içinde bir arkadaşımın yüksek lisans çalışması için Madan Sarup'un Marxism/Structuralism/Education (The Falmer Press, 1983, Sussex) kitabının 10. Bölümünü (Education and Social Change: The Work of Gramsci [Eğitim ve Toplumsal Değişim: Gramsci'nin Katkısı]) çevirmiştim. Kurşun kalem uçmadan buraya aktarayım istedim. Aşağıdaki metin ilgili bölümün Gramsci'nin daha genel kavramlarını tartışığı kısmı. (Dipnotları çıkardım.)
İtalyan Komünist Partisi’nin kurucularından olan Antonio Gramsci’nin 1926’da Mussolini’nin polis örgütü tarafından tutuklanıp Ustica adasına gönderilir gönderilmez –yani faşist zindanlarda geçireceği 9 yılın hemen başında- hücre arkadaşlarına ders vermeye başlaması onun alışıldık bir tavrıydı. Çünkü Gramsci’ye göre siyasi devrimler yeni bir kültürel iklimin yaratılması tarafından öncelenir. Dolayısıyla işçilerin mümkün olan en geniş anlamda eğitilmesi gerektiği gerektiği hususunda ısrarcı olmuştur. Gramsci’nin siyasi felsefesindeki temel öğelerden birisi kitlelerin bilincinde kökten bir değişim gerektiren devrim ve bu devrime hazırlıkrı. İşte toplumsal ilişkilere dair bu kültürel anlayış eğitime verilen önem ve bunun siyaser ile ilişkisi Gramsci’nin Marxizme katkısını sıradışı kılmaktadır.
Gramsci’nin düşünceleri ancak İtalya’nın 20. yüzyılın başındaki entelektüel iklimi bağlamında anlaşılabilir. Onun üzerindeki en derin etkiyi Gramsci’nin yaşamı boyunca sürekli diyalog halinde olacağı yeni-Hegelci felsefeci Benedetto Croce bırakmıştı. Gramsci, Croce’den tüm insani etkinliği (sanat, ekonomi, ahlak, felsefe, siyaset vd) kuşatan bir tarihsel bakış açısı devralmıştı. Croce ilgisini kültür ve düşüncenin tarihsel gelişimindeki rolüne ve entelektüellerin toplumdaki rollerine odaklanmıştı. Gramsci, Croce’nin pozitivizme ve ekonomik determinizme olan antipatisini de benimsemişti. Kısaca, Croce, Gramsci’ye 20. yüzyıl İtalyası koşullarına uyarlayacağı Marxist düşünceleri için bir çerçeve sunmuştur.
Ekonomik determinizm gibi Marxizmin mekanistik versiyonlarını reddeden Gramsci çağdaşlarının kaderci yorumlarından ayrılmaktaydı. Yukarıda “altyapı”, “üstyapı” kavramlarını ele almış ve altyapının kabaca ekonomi ve üretim güçlerine atıf yaptığını belirtmiştim. Üstyapı, altyapının üzerine inşa edildiğinden altyapının zamansal olarak üstyapıyı öncelediği ileri sürülebilir. Üstyapı altyapı tarafından oluşturuluyorsa, o halde onun maddi koşullarına indirgenmesi gerektiği sıkça tartışılan bir konudur. Aynı Marxistlere göre ekonomik faktör en önemli “neden” iken üstyapı arızi bir “yansıma”dır. Gramsci vülger Marxistlerin mekanik indirgemeciliği ile sert bir biçimde savaştı. Düşünceye daha çok özerklik izafe etti ve insanların tarih sürecindeki etkin rolüne dikkat çekti. İnsanların diyalektik süreçte kendi hesaplarına bir yer tutabileceklerine inanıyordu. Bununla birlikte değişim olanağının büyük oranda işçi sınıfının eğitimine bağlı olduğunu ileri sürüyordu.
(...)
Entelektüellerin Oluşumu
Entelektüel, Gramsci düşüncesindeki merkezi kavramdır. Onun bu konu üzerindeki görüşleri Marx ve Lenininkinden farklıdır. Marx entelektüellerin burjuva sınıfından Lenin ise orta sınıftan (olasılıkla burjuvaziden) geldiğini kabul ederken Gramsci entelektüellerin ayrı bir sınıf teşkil etmediğini düşünür. Ona göre burjuvazinin ve proletaryanın kendi “organik” entelektüelleri vardır. Onlar toplumsal hegemonyanın örgütçüleridir.
Gramsci geleneksel ve organik entelektüellerden bahseder. Geleneksel entelektüel yok olmaya yüz tutan bir sınıfa veya eski üretim biçimine ait bir sınıfa bağlıdır. İşçi sınıfı için yaşamsal önemde olan, entelektüellerin işçi sınıfının içinden çıkması gerekliliğidir. Gramsci bunları organik entelektüel olarak adlandırır (aslında tüm entelektüeller bir hegemonik sınıf açısından organiktir). Gramsci, insani varoluşlarının kaçınılmaz niteliği dolayısıyla entelektüeller ile entelektüellerin belirgin işlevlerini yerine getirenleri birbirinden ayırır. “Tüm insanlar entelektüeldir, (…) ancak tüm insanlar entelektüel olarak işlev görmezler.” Entelektüellerin toplumsal işlevine atıfta bulunarak liderlik veya yönlendiricilik yapabilecek kişiler olarak tanımlar. İhtiyaç duyulan şey işçi sınıfı hegemonyasının oluşturulması yolunda etkin bağlılıktır.
Gramsci, modern devlette yalnızca zorlama ve baskının değil aynı zamanda ikna ve rızanın da –yani yönetilenlerin yönetenin değerlerini gönüllü kabulünün de- söz konusu olduğunun farkındaydı. Bir sınıfın diğerini yönetmesinin yalnızca ekonomik ve fiziki güce bağlı olmadığını hatta daha çok yönetilen sınıfın yöneten inançlar sistemini ve ahlaki, kültürel, toplumsal değerlerini paylaşmaya ikna etmesine dayandığını görmüştür. Hegemonya sahibi bir sınıftan bahsedebilmek için onun yönetme hakkının kabulü gerekir. Egemen sınıf, her biri sırasıyla devletin siyasi iktidarında ve sivil toplumda kurumsallaştırılan diktatörlük ile hegemonya bileşimiyle bekasını sağlar. Baskıcı devlet iktidarı ile sivil toplumun kurumları arasındaki ilişki asla istikrarlı değilse bile rıza unsurunun daima güç kullanımında, güç unsurunun da daima rızanın oluşmasında mevcut olduğu savunulabilir.
Egemen sınıf başarılıysa güç kullanımı asgariye inecektir.
Hegemonyanın artık klasik kabul edilen alanda yani parlamenter rejimdeki normal kullanımı birbirleriyle farklı denge durumlarında bulunabilecek güç ve uzlaşma bileşimiyle nitelenir. Bu durumda güç kullanımı uzlaşmanın sınırını fazla ihlal etmemelidir. Böylece gazeteler, dernekler gibi kanaat organları denen çoğunluğun tasvibiyle gücün kullanıldığı görüntüsü verilmeye çalışılır.
Gramsci’ye göre başarılı bir yöneten sınıf siyasi iktidarı ele geçirmeden önce entelektüel ve ahlaki önderliğini kurmuş olandır. Entelektüellerin bu süreçteki rolü hegemonyanın kuruluşu ve bekasının eğitim ile ilgili olmasından dolayı çok önemlidir: “Her hegemonya ilişkisi aynı zamanda bir pedagojik ilişkidir.” Böyle bir eğitim sürecinin başarı derecesi yeni bir uzlaşmanın, karşı hegemonyanın kurulup kurulamadığıyla ölçülecektir.
Yeni hegemonik kültürün oluşumu kendiliğinden gerçekleşemez: Entelektüeller olmadan yani örgütçüler ve önderler olmadan örgüt olmaz. Başka bir deyişle, düşüncelerin kavramsal ve felsefi gelişiminde “uzmanlaşmış” somut bir grup tarafından kuram-eylem ekseninin kuramsal kanadı temsil edilmelidir. Entelektüeller “basit” olan ile temas halinde kalmalıdır ve uğraştıkları sorunların kaynağını bu temasta bulmalıdır. Belli bir sınıfla organik bağı bulunan seçkinler kitlelerin siyasi etkinliklerinde ortaya koydukları ilkeleri ve sorunları tutarlı bir hale getirirler, çelişkileri görünür kılarlar. Bu entelektüel seçkinler “kitlenin içinden çıkan ancak onlarla temas halinde kalan” yeni bir türe aittirler.
Gramsci devrimci sınıfla organik bağı bulunan entelektüelin o sınıfa önderlik eden siyasi partinin üyesi olması gerektiğini özellikle vurgulamıştır. Siyasi partiler dünya görüşlerini ayrıntılandırıp yayarlar ve kuram-eylem birliğinin oluştuğu uzamı temsil ederler.
Hegemonyanın Anlamı
Gramsci’nin erken yapıtlarında hegemonya sınıf ittifaklarının kurulması bağlamında anlaşılır. Ancak daha sonraki yapıtı olan Hapishane Defterleri’nde hegemonya artık salt siyasi ittifak meselesi olmaktan çıkar. Hegemonya, başat bir grup tarafından oluşturulan ekonomik, siyasi, entelektüel ve ahlaki önderliğin kapsamlı bir bileşimini ve ideoloji aracılığıyla buna katılan grupları ifade eder. Gramsci artık proletarya stratejisi olarak hegemonya kavramına başvurmaz, hegemonyayı genel olarak yönetici sınıfın pratiklerini anlamak için kullanır. Hegemonik sınıf diğer toplumsal grupların çıkarlarını ideolojik mücadele araçları ile kendi çıkarıyla kendi çıkarıyla bağdaştırma yeteneğine sahip olan sınıftır. Önderlik yapabilmek için bu sınıf hegemonya oluşturmak isteyen diğer toplumsal grupların çıkarlarıyla gerçekten ilgilenmelidir. Başka bir deyişle, hegemonya bir sınıf veya grubun hakimiyet elde etmesi yoluyla değil farklı grupların rızasıyla inşa edilir. Bu inşa da ideolojik mücadelenin cereyan ettiği uzamda yapılır.
Bir sınıfın hegemonik olabilmesi için iki ana yol vardır: Dönüşümcülük (transformism) veya genişleyen hegemonya. Dönüşümcülük diğer grupların tedricen ancak devamlı olarak massedilmesi yoluyla “edilgen (pasif) bir uzlaşma” oluşturulmasını gerektirir. Hegemonyanın bu türünde kitlelerin çıkarlarının hegemonik sınıfa muhalefet etmeleri önlenecek biçimde massedilmesi ve etkisizleştirilmesi söz konusudur.
Gramsci bu tür –yani massetme yoluyla- hegemonyanın karşısına başarılı hegemonya diye adlandırdığı genişleyen hegemonyayı koyar. Bu, diğer sınıfların çıkarlarının hegemonik sınıf tarafından “milli irade” oluşumuna yol açacak biçimde sahiplenilmesi sayesinde oluşabilen etkin, doğrudan bir uzlaşma içermelidir.
Ancak ve ancak üretim ilişkilerinin iki kutbundan birini temsil eden bir sınıf (başat bir sınıf) hegemonik olabilir. Gramsci için hegemonyanın yalnızca sınıflararası bir ittifak aracı olmadığı vurgulanmalıdır. Hegemonya, tüm unsurların siyasi eylemlilikte başrol işlevi gören bir “kolektif irade” içinde harmanlanacağı gelişkin bir sentezi gerektirir. Bu kolektif irade de ideoloji aracılığıyla biçimlenir.
Gramsci hegemonyanın mekanik olarak anlaşılmaması gerektiği hususunda bizi uyarır. Farklı durumlarda farklı türde hegemonyalar olabilir. Madun gruplara yönelik ayarlamalar yapılmalıdır; dahası hegemonya asla tam olarak elde edilemez hatta bazı toplumlarda hegemonya kurulamaz.
Kısaca, hegemonya eski gelenekleri değiştirip yeni bir “ortak bilinç” yaratmakla ilgilidir. İktidarı kazanmak için ortak bilince başvurulmalıdır. Siyaset hakimiyetle ilgili değildir, yeni bir kültür yaratmakla ilgilidir. Bu süreçte ideoloji insanları bir araya getiren, onları siyasi olarak motive eden bir tür çimento gibidir. Gramsci ideolojilerin ne yüzer gezer şeyler be de egemen sınıfların yansıması olduğunu vurgular. Egemen ideolojiler daima mücadelenin ürünüdürler.
Reform mu, Devrim mi?
Gramsci’nin yaptlarının birbiriyle çelişen bir çok yorumu olduğu fark edilecektir. Acaba neden böyledir? Yorumlama güçlükleri bir çok nedenden ileri gelir. Öncelikle, Gramsci eski bir lügatçe ile yeni bir anlayış geliştirmeye çalışıyordu. İkincisi, hapishanede yazdığından faşist sansürden geçmek amacıyla imalarını gizlemek zorundaydı. Üçüncüsü, Gramsci’nin yapıtları partinin taktiklerini meşrulaştırmak için İtalyan Komünist Partisi önderliği tarafından yine sansürlenerek tahrif edildi.
Hapishane Defterleri barındırdığı çeşitlilik ve parçalı yapı nedeniyle Gramsci’nin mesajınının birçok farklı görünümünü destekleyen metinler sunar. Gramsci bugün Leninist-olmayan bir siyasi anlayışa sahip bir yazar, “Batı’da kapitalizm neden bu kadar dayanıklı olabilidi?” sorusuyla uğraşmış bir kuramcı olarak sunulmaktadır.
Gramsci’yi burjuva eğitim kuramları ile yan yana koyan girişimler olduğu gibi onu reformist, parlamenter siyasete asimile etme girişimleri de vardır. Bu iddia kabaca şöyledir: Gramsci, Rusya’da hızlı bir cephe saldırısının, sınırlı kuvver gerektiren bir manevra savaşının baskıcı Çarlık rejimini devirmeye yettiğini belirtmiştir.
Rusya’da devlet herşeydi, sivil toplum henüz oluşum halindeyid. Batıda ise devlet ile sivil toplum arasında düzenli bir ilişki vardı. Devlet arkasında güçlü bir asker ve zirai sistem bulunan bir dış kabuktan ibaretti.
Batı kapitalizmi olgunlaştıkça toplumda Doğudakinden daha derin kök saldı. İleri endüstri toplumlarında çatışmadan ziyade rıza ile, hakimiyetten ziyade hegemonya ile ilgili bir mühendislik gelişri. Bu, sivil toplumu içeren bir kapitalizm biçiminde, rızanın hakim olmasıyla sosyalizmin zafernin karşısındaki nihai engel olarak kurumlaştı. Bu nedenle Batıdaki strateji bir manevra savaşı değil bir mevzi savaşı olmak durumundaydı. Bu tür bir argümanla, Gramsci’nin niyetinin tersine yapıtlarından devrimden reformizne doğru ilerleyen sonuçlar çıkarıldı. Reformistlerin elinde Gramsci’nin spekülasyonları karşı-hegemonya oluşturmak üzere kültürel mücadeleyi meşrulaştırıcı bir argüman haline geldi. Reformistler ayrıca, proletarya diktatörlüğü gibi klasik Marxist kavramları göz ardı edip burjuva unsurlarla siyasi ittifak kurarak parlamenter yönteme yoğunlaşmaya çalıştılar. Bunun adı Avrokomünizmdir.
Bu “Defterler”de ne vardı ki Gramsci gibi bir devrimci reformist olarak tanımlanabildi? Denebilir ki Gramsci hiçbir zaman Croce’nin tarihi göreceliği ve öznelciliğiyle Marxizm arasındaki çelişkiyi çözemedi. Joll’a göre:
Gramsci her ne kadar karşı çıkmış olsa da İtalyan ve Avrupalı idealist kültürel gelenek içinde kökleştiğinden Vico ile Hegel, Sorel ile Croce bir bakıma onun için Marx ile Lenin kadar önemli idi. Bu nedenle Marxist olmayan birinin 20. Yüzyıldaki herhangi bir Marxist yazara kıyasla Gramsci ile çok daha kolay diyalog kurması mümkündür.
Birçok Marxist olmayan ya da Marxizmi revize etmek isteyen kişi için Gramsci, Marxizm ile diğer felsefi akımlar arasında etkileşime dair bilinci nedeniyle son derece çekici bulunmuştur. Marxist entelektüeller de Gramsci için heveslidir. Ancak bu, Gramsci’nin yapıtlarında entelektüellerin oynadığı merkezi rol göz önüne alındığında şaşırtıcı sayılabilir mi? Hegemonya hakkındaki dar görüşlerini Gramsci’nin tedrici kültürel dönüşümü vurguladığını anımsatarak meşrulaştırdıkları sıkça gözlenmiştir. Bu biçimde kullanılan hegemonya kavramı kapitalist devlet iktidarının temel olarak kültür ve rıza üzerine kurulmuş olduğunu ima eder gibidir. Böylesi bir idealizm skolastik akademizme yol açar; ideolojinin üretiminde ve kapitalist toplumun aşılmasında bilincin rolünün abartılması eğilimine neden olur. Dahası silahlı baskı aygıtlarının hafifsenmesi ve kuram-eylem birliği olarak praksisin yadsınması söz konusu olur. İronik olarak çoğu yapısalcı kuramın sorunu da praksis ve toplumsal değişim meselesini yadsımasıdır. Gramsci bunun antitezidir, ona göre kuram eyleme dönüştüğü zaman meşruiyet kazanır.
0 Comments:
Yorum Gönder
<< Home