
Richard Sennett, Saygı’da Brueghel’in İkarus’un Düşüşü tablosu üzerinden "kayıtsızlık" tartışmasını açar. Söz konusu tablo Brueghel’in tüm yapıtları gibi ilgi çekicidir ve ayrıntılı bir gözlem celp eder. İlk bakışta bu sıradan pastoral bir peyzajdır: Ön planda toprağını süren bir çiftçi, aşağıda koyunlarını güden bir çoban, balık tutan bir köylü, arka planda da uzaktaki liman kentine doğru seyreden birkaç yelkenli görülür. Fakat tablonun sağ alt köşesinde bir yerlerde denize düşmüş bir insanın bacakları dikkati çeker. Tablonun adını bilmesek bu bacakların balmumundan kanatlarıyla güneşi fethe çıkan İkarus’a ait olduğundan haberimiz bile olmayacaktır.
Nitekim W.H. Auden Güzel Sanatlar Müzesi şiirinde tablo için şunları söyler:
Güneş olması gerektiği gibi/ Parlıyordu yeşil suda kaybolan beyaz bacakların üzerinde;/ Ve o hayret verici şeyi/ Gökyüzünden düşen bir oğlanı görmüş olması gereken,/ Pahalı şık geminin,/ Varması gereken bir yer vardı/ Ve denizde sakince seyretmeye devam etti.
Yaşamın en olağan akışında İkarus’un müthiş trajedisi neredeyse bir ayrıntı bile değildir. Çiftçi, çoban, balıkçı ve gemidekiler kendi işleriyle meşguldür.
Peki tablo nasıl yorumlanmalı? Bu kayıtsızlık asıl trajedinin köylüler ile gemidekilere ait olduğunu mu gösteriyor? İkarus gibi birileri cesurca sonu bilinmeyen bir maceraya atılırken diğerlerinin kendi gündelik kaygılarıyla uğraşması yadırganmalı mı?
Brueghel'in bize sezdirdiği şey şu sanki: Duyarlılık bekleyemeyeceğimiz kişilerden sorumluluk da talep edemeyiz ve onlar İkarus'un trajedisine kayıtsız kaldıkları için suçlanmamalıdırlar. Bir bakıma belki de ortak trajedimiz bu tablonun tümü göz önüne alındığında hissettiğimiz gerçektir: Bir yanda İkarus diğer yanda çiftçi, çoban, balıkçı ve gemidekiler...