Çarşamba, Haziran 18, 2014

"İslami Kalvinizm" özgün bir model mi?


Braudel Kayseri'de

İslami Kalvinizm AKP’nin ikbal yıllarında sıkça kullanılan bir kavramdı. Buna göre, iktidarı oluşturan tarihsel blokun en etkin bileşeni olan yükselen yeni burjuvazinin, yani Anadolu Kaplanlarının kültürel kodlarını belirleyen Nakşibendilik, Nurculuk gibi İslami ekollerin teknolojiye, yeniliğe açık olması ve çalışma âhlâkını telkin etmesi AKP’nin demokratikleştirici, “çevreyi merkeze” taşıyıcı politikaları ile buluşunca ortaya Türkiye’yi bölgesel hatta küresel liderlik vizyonuna taşıyan bir dinamik çıkıyordu. Bu tür görüşler 2005’te European Stability Initiative’in İslami Kalvinistler: Orta Anadolu'da Değişim ve Muhafazakarlık adlı Kayseri örneğini ele alan raporuyla taçlanıyordu.

Söylemeye gerek yok; bu Kalvinizm lafı Max Weber’in Protestan Ȃhlâkı ve Kapitalizmin Ruhu’nda geliştirdiği teze gönderme yapıyordu. Weber, Marx’tan farklı olarak kapitalizmin salt altyapı kurumları ile açıklanamayacağını, altyapının elverişli olduğu bazı tarihsel uğraklarda (örneğin Ming Hanedanı zamanındaki Çin'de) üstyapı kurumlarının bir başka deyişle kültürel yapının elverişsizliği nedeni ile kapitalizmin ancak Protestan Kuzey Avrupa’da doğabildiğini savunur. 

Weber, kapitalizmin gelişmesine zemin hazırlayan kültürel koşullarını tartışırken Martin Luther ve Jean Calvin’in mistisizmi dışlayan, çalışmayı erdem sayan Hıristiyanlık anlayışının etkisini vurgular. Her birey dünyaya Tanrı’nın takdir ettiği bir görev (beruf, calling) ile gelir. Bireyin üstlenebileceği en yüksek âhlâki eylem dünyevi görevin yerine getirilmesidir. Kurtuluş Tanrı tarafından bahşedilir. Bu anlayışla birlikte dünyevî etkinlik Katolisizmden farklı olarak dinsel bir önem kazanır.

Kalvinistlere göre yeryüzüne ilk günahın yükü ile gelmiş mümin Cennet ile kutsanıp kutsanmadığını ancak ölümden sonra bilebileceğinden  fani dünyada bu belirsizlikten kurtulmak için çalışması ve böylece bağışlanmayı ummasından başka çaresi yoktur. Katolisizmdeki Kilise’nin ve din adamlarının dolayımı ortadan kalkmış bireyciliğe elverişli bir zemin oluşmuştur.

Fernand Braudel ise Kapitalizmin Kısa Tarihi’nde Weber’in bu görüşüne - sanki hafif bir istihza ile- karşı çıkıyor:
Geleneksel bir güç olan din ilkesel anlamda pazarın, paranın, spekülasyonun, tefeciliğin yeniliklerine hayır der. Ama kiliseyle uyuşmalar, anlaşmalar söz konusudur. Kilise sürekli hayır der, sonunda yüzyılın buyurgan gerekliliklerine evet der. (…) [D]in ve dolayısıyla kültür, engellerini kısa süre içinde kaldırsa da özellikle tefecilik damgasını vurduğu faizle borç verme konusunda ilkesel anlamda güçlü muhalafetini sürdürmüştür. Hatta belki biraz aceleye getirilmiş bir düşünceyle bu kuşku ve duraksamaların ancak Reformla ortadan kalkmış olduğu ve Kuzey Avrupa ülkelerinin kapitalist yükselişinin derin nedeninin de bu olduğu söylenebilir. Max Weber’e göre modern anlamda kapitalizm Protestanlığın, daha doğrusu Püritenliğin yarattığı bir şeydir kesinlikle. (…) Ama (bu) bütünüyle yanlıştır. Kuzey ülkeleri daha önce Akdeniz’in eski kapitalist merkezlerinin uzun süre ve çok başarılı bir şekilde işgal ettikleri alanı ele geçirmekten başka bir şey yapmamışlardır. Teknik alanda ve iş dünyasında hiçbir buluşları yoktur.
Türkiye bağlamında Braudel’le paralel bir tezi savunan yeni bir kaynak bulmak mümkün. “Yav İşte Fabrikalaşak”: Anadolu Sermayesinin Oluşumu, Kayseri – Hacılar Örneği adlı, saha araştırmalarıyla zenginleştirdiği kitabında kendisi de Hacılarlı olan Kurtuluş Cengiz, Anadolu sermayesinin serpilmesinde son zamanlardaki yaygın kanının aksine inanç unsurunun belirleyici olmadığını, söz konusu olanın  tipik bir kapitalistleşme ve modernleşme hikâyesi olduğunu söylüyor. Cengiz’e göre dinsel inanç, hırsla, “hatta hınçla” çalışan, pratik ve pragmatik sermayedarların kültürel dünyasında önem taşısa da asıl motivasyonun tutunmak, zenginleşmek, tabir caizse yırtmak olduğu sonucuna varıyor.

0 Comments:

Yorum Gönder

<< Home